Rita Ender’in geçen
yıl İletişim’den çıkan bu kitabını bugün Bilgi’deki konuşması vesilesiyle
kitaplığımdan çıkardım ve hem kitabın hem de konuşmanın düşündürdükleri üzerine
birkaç şey yazmak istedim. Türkiye’deki diller üzerine elimden geldiğince tüm
çalışmaları takip ediyorum. Rita Ender’i de Ladino’yla ilgili belgeselinin (Las
Ultimas Palavras) gösterimi vasıtasıyla tanımış ve bu kitabını almıştım.
Bahsettiğim belgesel de ayrıca çok can yakıcı noktalara değiniyordu. Denk
gelirseniz izlemenizi öneririm.
‘İsmiyle Yaşamak’ Türkiye’de gayrimüslim azınlıktan kişilerin isimlerini alma
hikayeleri ve bu isimler nedeniyle karşılaştıkları ‘ötekileştirilme’
deneyimleri üzerine. İsimlerin çoğunluk tarafından anlaşılamayıp kodlanmak
zorunda olması, ‘yabancı’ sanılma gibi çok ortak bazı deneyimlerin yanında
bugün konuşmada da altı çizilen önemli başka bir nokta var. Kimliğini açıklamak
zorunda bırakılmak. Kişinin kimliğine dair açıklamalar yapmak zorunda
bırakılamayacağı yönünde anayasayla da korunan bir hakkımız varmış. Buna rağmen
toplumun çoğunluğunun aşina olmadığı bir isme sahip olanların her tanışmada
neden o ismi taşıdıklarını anlatmaya mecbur bırakıldıkları gerçeği var. Bununla
ilgili ‘azınlığın mahremiyetinin olamayacağı’ şeklinde bir not düşüldü sunumda;
çok aydınlatıcı bir yorumdu. Sadece etnik azınlık olarak değil herhangi bir
çoğunluğun karşısında azınlık kalan herkes kendini açıklamaya mecbur bırakılır.
Taciz edilen kadın neden sokakta olduğunu açıklamalıdır, askerlik yapmak
istemeyen gay cinsel ilişkisini kanıtlamak zorundadır. Adı diğerleri için
farklı olan da işte böyle kendini ilk kez karşılaştığı kişiye açmak zorunda
bırakılıyor.
Konuşma sırasında
tartışılan iki nokta özellikle ilgimi çekti. Biri kendisine Türkçe bir isim
verilmiş kişilerin kendi toplulukları, kültürleri, dinleri veya dillerinden bir
isim almak üzere dava açtıklarında bunun için sundukları gerekçe. Aslında bunu
kültürel, dini, vb. sebeplerle istediğinizi söyleyerek de dava
açabiliyormuşsunuz. Fakat dinleyicilerin anlattığı biri Çerkesçe biri Lazca
isim alma deneyimlerinin ikisinde de gerekçe olarak ‘çocukluktan beri herkesin
kendilerini o isimle çağırması’ sunulmuş. Çünkü daha kolay, daha dertsiz. Çünkü
‘Çerkes olduğum için bu ismi almak istiyorum’ derseniz, örneğin, davanız
politikleşebiliyor. Çünkü kültürel bir hak talep etmiş oluveriyorsunuz.
İkinci ve büyük
olasılıkla en önemli noktaysa bir çocuğa verilen ismin onun için taşıması zor
bir ağırlığa dönüşmesi. Onunla ilgili de şöyle bir deneyim paylaşıldı. Adı
Çerkesçe olan çocuğunun küçükken sokakta insanlara adını söylemek zorunda
kalmamak için kendi arkasına saklandığını anlattı annesi. O zaman şu soru
geliyor akla: Ailelerin çocuklarına belki taşımak istemedikleri bir etiket,
sürdürmek istemedikleri bir tür mücadele yüklemeye hakkı var mı? Bu soruyu
kendi kendime sorarken birden ne kadar da Türkiye’ye özgü bir paradigmayla
düşündüğümü fark ettim. Sorun ailenin çocuğuna verdiği isim değil oysaki. Sorun
o isme yabancılık/ötekilik anlamı yükleyen çoğunlukta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder