11 Aralık 2017 Pazartesi

İsmiyle yaşamak

Rita Ender’in geçen yıl İletişim’den çıkan bu kitabını bugün Bilgi’deki konuşması vesilesiyle kitaplığımdan çıkardım ve hem kitabın hem de konuşmanın düşündürdükleri üzerine birkaç şey yazmak istedim. Türkiye’deki diller üzerine elimden geldiğince tüm çalışmaları takip ediyorum. Rita Ender’i de Ladino’yla ilgili belgeselinin (Las Ultimas Palavras) gösterimi vasıtasıyla tanımış ve bu kitabını almıştım. Bahsettiğim belgesel de ayrıca çok can yakıcı noktalara değiniyordu. Denk gelirseniz izlemenizi öneririm.
‘İsmiyle Yaşamak’ Türkiye’de gayrimüslim azınlıktan kişilerin isimlerini alma hikayeleri ve bu isimler nedeniyle karşılaştıkları ‘ötekileştirilme’ deneyimleri üzerine. İsimlerin çoğunluk tarafından anlaşılamayıp kodlanmak zorunda olması, ‘yabancı’ sanılma gibi çok ortak bazı deneyimlerin yanında bugün konuşmada da altı çizilen önemli başka bir nokta var. Kimliğini açıklamak zorunda bırakılmak. Kişinin kimliğine dair açıklamalar yapmak zorunda bırakılamayacağı yönünde anayasayla da korunan bir hakkımız varmış. Buna rağmen toplumun çoğunluğunun aşina olmadığı bir isme sahip olanların her tanışmada neden o ismi taşıdıklarını anlatmaya mecbur bırakıldıkları gerçeği var. Bununla ilgili ‘azınlığın mahremiyetinin olamayacağı’ şeklinde bir not düşüldü sunumda; çok aydınlatıcı bir yorumdu. Sadece etnik azınlık olarak değil herhangi bir çoğunluğun karşısında azınlık kalan herkes kendini açıklamaya mecbur bırakılır. Taciz edilen kadın neden sokakta olduğunu açıklamalıdır, askerlik yapmak istemeyen gay cinsel ilişkisini kanıtlamak zorundadır. Adı diğerleri için farklı olan da işte böyle kendini ilk kez karşılaştığı kişiye açmak zorunda bırakılıyor.

Konuşma sırasında tartışılan iki nokta özellikle ilgimi çekti. Biri kendisine Türkçe bir isim verilmiş kişilerin kendi toplulukları, kültürleri, dinleri veya dillerinden bir isim almak üzere dava açtıklarında bunun için sundukları gerekçe. Aslında bunu kültürel, dini, vb. sebeplerle istediğinizi söyleyerek de dava açabiliyormuşsunuz. Fakat dinleyicilerin anlattığı biri Çerkesçe biri Lazca isim alma deneyimlerinin ikisinde de gerekçe olarak ‘çocukluktan beri herkesin kendilerini o isimle çağırması’ sunulmuş. Çünkü daha kolay, daha dertsiz. Çünkü ‘Çerkes olduğum için bu ismi almak istiyorum’ derseniz, örneğin, davanız politikleşebiliyor. Çünkü kültürel bir hak talep etmiş oluveriyorsunuz.

İkinci ve büyük olasılıkla en önemli noktaysa bir çocuğa verilen ismin onun için taşıması zor bir ağırlığa dönüşmesi. Onunla ilgili de şöyle bir deneyim paylaşıldı. Adı Çerkesçe olan çocuğunun küçükken sokakta insanlara adını söylemek zorunda kalmamak için kendi arkasına saklandığını anlattı annesi. O zaman şu soru geliyor akla: Ailelerin çocuklarına belki taşımak istemedikleri bir etiket, sürdürmek istemedikleri bir tür mücadele yüklemeye hakkı var mı? Bu soruyu kendi kendime sorarken birden ne kadar da Türkiye’ye özgü bir paradigmayla düşündüğümü fark ettim. Sorun ailenin çocuğuna verdiği isim değil oysaki. Sorun o isme yabancılık/ötekilik anlamı yükleyen çoğunlukta. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder