Geçtiğimiz ay okuduğum
kitaplardan biri bu. Ama Barış Hoca’yı ve Türklük Sözleşmesi kavramını
geliştirme sürecini son 2-3 yıldır takip ediyordum; sonunda kitabın çıkmış
olması oldukça heyecanlandırdı. 27 Nisan akşamı Şişli’deki Nostalji Kitap
Kafe’de gerçekleşen söyleşi de keza.
Beyazlık çalışmaları
ya da erkeklik çalışmalarına aşinaysanız, Barış Hoca’nın ‘Türklük’ çalışmaya
karar vermesinde ve ‘Türklük Sözleşmesi’ kavramsallaştırmasında bu alanlardan
yararlandığını söylemem size bir fikir verecektir. Beauvoir’ın ‘One is not
born, but rather becomes, a woman’ derken kastettiği özcülük karşıtı toplumsal
cinsiyet tanımı ya da Butler’ın ‘gender performativity’ kavramı da. Kısacası
Barış Hoca ‘Türklük’ bir performanstır varsayımıyla yola çıkıyor; Türklük
hallerini/performanslarını da - kendisinin de kitapta sıklıkla belirttiği üzere
- Bourdieu’nün habitus’undan yararlanarak “... belli görme, duyma,
algılama, bilgilenme, ilgilenme, duygulanma, tavır alma” biçimleri olarak
tanımlıyor. Buna bağlı olarak belli bilgilenmeme, ilgilenmeme, duygulanmama
biçimleri de.
Peki bu performans
hangi koşullara bağlı olarak ve ne amaçla sürdürülüyor? ‘Türklük Sözleşmesi’
metaforu da burada devreye giriyor. Benim de tezimin teorik çerçevesini
oluştururken üstüne çok düşündüğüm yapı-faillik (structure-agency) ikilisi
Barış Hoca’nın söyleşide de özellikle altını çizdiği bir noktayla alakalı
görünüyor: ‘Türklük’ü egemen ideolojinin tek taraflı olarak dayatmasıyla değil
iki tarafın rızasıyla uygulamaya konan yatay sözleşme kavramıyla açıklamak.
Devlet, ister
cezalandırarak ister ödüllendirerek bazen de kullandığı söylemle hissettirerek
bir Türklük çerçevesi oluşturur ve ‘sözleşme’nin getireceği imtiyazlardan
(önyargıya maruz kalmadan ev-iş bulabilmek, adımızla, aksanımızla ilgili
sorgulanmamak, haklılığımızdan emin olmak) yararlanmak isteyenler bu çerçevede
hareket eder. Sürekli yeniden üretilen bu Türklük halleri birçoğumuz için zaten
en ‘doğal’ olandır ve sorgulamayız. Belki birçoğumuz ‘Türk milliyetçisi’
değilizdir tıpkı bireysel olarak #ırkçı olmadığımız gibi. Fakat yine kitapta
çok zihin açıcı bulduğum bir önermeye göre yapısal ırkçılığın imtiyazlarından
sorgulamadan faydalanan beyazların da ırkçı olduğu gerçeği gibi yapısal
Türklük’ün imtiyazlarından sorgusuz sualsiz yararlananlar da Türk milliyetçisinden
farklı değildir.
Bu nedenle herhangi
bir toplumsal fenomeni incelerken yalnızca bariz bir biçimde egemen ideoloji
olarak adlandırabileceklerimize değil hiç sorgulamadan ‘common sense’ kabul
ettiklerimize de bakmamız gerektiğini düşünüyorum. İmtiyazlarımızı
sorgulamazsak biz de adaletsizliğin bir parçası oluruz.