Ölümün dansı olgusunun beni etkilediği falan yok aslında. Ortaçağda dini gerekçelerle, korkutma aracı olarak kullanılmış bir mefhum. Gerçi kabul etmek gerek, batı sanat tarihinde dini hikâyeler zaten mitolojik hikâyelerle birlikte uzun bir dönem neredeyse tek ilham kaynağı. Rönesans eserlerini incelemeye kalktığınızda mesela, “Adoration of the Magi”lerden, “Madonna and Child”lardan geçilmez. Bu açıdan o devasa, detaylı eserler birer hayranlık nesnesi olmaları dışında bana zevk vermezler. “Danse macabre”nin hatırlattığı fani olma, kim olursan ol ölümle karşılaşacak olma durumunun da sanatta belki de sadece Hamlet’deki yansımasını severim, o da Shakespeare’in witty tarzı yüzünden. O meşhur, Yorik’in kafatasını eline alıp ölümden bahsettiği tiradı değil de, Polonius’un nerede olduğunu soran krala cevaben “not where he eats, but where he is eaten” diye başlayan tiradı.
Bir de bu didaktik konuyu işlemesine rağmen esprili bir yanı olan Bruegel’in “Triumph of Death”i. Bu tabloya ilk defa, dans macabre’nin sanattaki yansımalarından örnekler gördüğümüz bir derste rastlamışım. Detayına inseniz bir sürü farklı hikâye çıkarabileceğiniz o onlarca hikâyeyi, o karmaşa halini sevmiştim ama kime ait olduğu büyük ihtimalle aklımda kalmamıştı bile. Bruegel adına sonra Titus Andronicus’un bir şarkısında rastladım, Upon Viewing Bruegel’s “Landscape with the Fall of Icarus”. Icarus hikâyesine karşı hislerim biraz karışık. Icarus bir epic fail örneğidir bence (balmumuyla birleştirilmiş kanatlarla güneşe uçmak?). Yine de büyük oynamış biridir Icarus. Ama hikâye, “İşte! Limitlerinizi bilmezseniz suya çakılıverirsiniz” der. Umut kırıcıdır. Bruegel, bu ders verme amacındaki hikâyeyi de trivial bir hale getiriverir, tablonun adı “Landscape with the Fall of Icarus” tur. Icarus tabloda suda çırpınan bir çift bacaktan fazlası değildir.
Hafızamın bana garip oyunlar oynadığını görüyorum son zamanlarda. Bazı bilgileri yanlış kaynaklarla eşleştiriyorum. Bir süredir, Bruegel’i bana hatırlatanın Fleet Foxes’ın bir şarkısı olduğunu düşünüyordum. Sonra o şarkının Titus Andronicus’un olduğu açıklığa kavuştu ama ilginç bir rastlantı, belki de hafızamın özellikle yönlendirmesiyle Fleet Foxes’ın albüm kapağında Bruegel’in “Netherlandish Proverbs”ünü kullandığını fark ettim. Bruegel’in tablolarında beni çeken öğeler bunda da mevcut. Onlarca hikâye, gülünç karakterler (neredeyse tüm eserlerinde gülünç bir karaktere, sahneye rastlayabiliyorsunuz), adeta konu ettiği şeyi ciddiye almama hali ve sarı-kahve tonlarda bir landscape. Bu tonlar hemen hemen her tablosuna hâkim, “Hunters in the Snow” gibi bir kış temsilinde dahi o sarı-kahve kokusunu alabiliyorum. Bir diğer favorim de “Tower of Babel” ki o da aynı özellikleri paylaşıyor. Babil Kulesi adeta tablonun ana karakteri değil Bruegel’in anlattığı hikâyenin arka planı oluyor.
Bruegel’in birçok tablosu sanki play tuşuna basıp kendimi bir komedi filminde bulacakmışım hissi veriyor. Absürt karakterler alakasız sahnelerde kendine yer buluyor, detaylara inerseniz o esprili anlatımı yakalıyorsunuz. Wit. Ve tabii o kahve tonlar. Kısacası, I heart Bruegel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder