Bu iki cümlede beni bu derece etkileyenin ne olduğunu bilmiyorum aslında. Sonuçta Kayıp Zamanın İzinde basit bir “coming of age” hikâyesi de değil. “yanaklarının öpülebileceği”, böyle bir farkına varış, bu duyguyu böyle naif ifade etmesi belki de bu kısmı onlarca kere okumama neden olmuştur. Bu iki cümlenin her kelimesini ayrı seviyorum. Fransızca bilmeyi ve bu kelimelerden bir kere de orijinal dilinde zevk almayı dilemiştim. Again, I know it is more than just a bildungsroman. Ama bu kısma tekrar döndüğümde,
aklıma
A Portrait of the Artist…’de Stephen’ın cinsellikle tanışmasını Joyce’un nasıl aktardığı geldi. Katolik inancın, dinin etkisiyle çok karanlık, acı çeken (okuyana dahi acı çektiren) bir betimleme geliyordu aklıma o bölümü düşününce. Puslu sokaklar vardı mutlaka. Tam olarak şöyle anlatmış o anı: “His lips would not bend to kiss her...(burada öpmek fiili çok daha farklı bir anlam kazanmış Proust’un öpmeye yüklediği anlama göre, ne garip) He closed his eyes, surrendering himself to her, body and mind, conscious of nothing in the world but the dark pressure of her softly parting lips.
They pressed upon his brain as upon his lips as though they were the vehicle of a vague speech; and between them he felt an unknown and timid pressure, darker than the swoon of sin, softer than sound or odour.
He wanted to sin with another of his kind, to force another being to sin with him and to exult with her in sin.
O kadar çok tekrarlamış ki “sin” kelimesini, günah okuyanın bile ruhuna işliyor sanki.
A Portrait…puslu lacivert, biraz da acı yeşil. …Temps Perdu sarı sanki, en azından şimdilik.
* Marcel PROUST, À l'ombre des jeunes filles en fleurs (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde)