21 Mayıs 2011 Cumartesi

Yanaklarının öpülebileceğini öğrendiğim günden beri, geçen güzel kızların ruhunu merak etmeye başlamıştım. Dünya bana daha ilginç görünmüştü. *

Bu iki cümlede beni bu derece etkileyenin ne olduğunu bilmiyorum aslında. Sonuçta Kayıp Zamanın İzinde basit bir “coming of age” hikâyesi de değil. “yanaklarının öpülebileceği”, böyle bir farkına varış, bu duyguyu böyle naif ifade etmesi belki de bu kısmı onlarca kere okumama neden olmuştur. Bu iki cümlenin her kelimesini ayrı seviyorum. Fransızca bilmeyi ve bu kelimelerden bir kere de orijinal dilinde zevk almayı dilemiştim. Again, I know it is more than just a bildungsroman. Ama bu kısma tekrar döndüğümde,  aklıma A Portrait of the Artist…’de Stephen’ın cinsellikle tanışmasını Joyce’un nasıl aktardığı geldi. Katolik inancın, dinin etkisiyle çok karanlık, acı çeken (okuyana dahi acı çektiren) bir betimleme geliyordu aklıma o bölümü düşününce. Puslu sokaklar vardı mutlaka. Tam olarak şöyle anlatmış o anı: “His lips would not bend to kiss her...(burada öpmek fiili çok daha farklı bir anlam kazanmış Proust’un öpmeye yüklediği anlama göre, ne garip) He closed his eyes, surrendering himself to her, body and mind, conscious of nothing in the world but the dark pressure of her softly parting lips.
They pressed upon his brain as upon his lips as though they were the vehicle of a vague speech; and between them he felt an unknown and timid pressure, darker than the swoon of sin, softer than sound or odour.
He wanted to sin with another of his kind, to force another being to sin with him and to exult with her in sin.
O kadar çok tekrarlamış ki “sin” kelimesini, günah okuyanın bile ruhuna işliyor sanki.

A Portrait…puslu lacivert, biraz da acı yeşil. …Temps Perdu sarı sanki, en azından şimdilik. 

* Marcel PROUST, À l'ombre des jeunes filles en fleurs (Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde)

so begins our alabee pt. 2

abject failure. Failure fonetik açıdan çok hoşuma giden bir kelime olmuştur hep. Anlamından bağımsız olarak, yalnızca kulağa hoş geldiği için. Abject çok keskin. Anlattığı şeyi anımsatmıyor hiçbir şekilde. Bir tür şiddetli hareketi temsil ediyor gibi aslında. Reject, eject…Bu ‘ject’ kökünün ne anlama geldiğini bilmiyordum Latincede, “to throw” anlamı varmış meğer. Bir hareketi andırdığını boşuna düşünmemişim. Kelimenin oldukça romantik bir anlamı var yine de. Yalnız, failure zaten bir nevi downfall hissiyatı taşırken abject failure tam olarak nasıl bir durumu niteliyor olabilir? Tam bir hitting the bottom hali mi? Nedense aklıma Coyote’nin Roadrunner karşısındaki başarısız girişimleri geldi abject failure diyince. Boşlukta birkaç saniye durduktan sonra “Ohh! Shit!” dercesine bakışı ve yere çakılışı. 
Biliyorum. Olsun. Düşünüyorum zaten sadece. Abject. Failure. Güzel.

17 Mayıs 2011 Salı

so begins our alabee *

Ne zaman başlamayı düşünsem (“neye başlamak?”, bu önemli değil, başlamak eylemi önemli burada) kafamda bu şarkı çalmaya başlar. Cümlenin ‘so’ gibi bir bağlaçla başlaması hoşuma gitmiştir hep. Şöyle derin bir soluk alıp söylenir ya ‘so’, bir öncelik ifade eder, and then begins our alabee. Alabee dedikçe de aklıma Edward Albee geliyor, bir oyununu okumuştuk; aklımda The Skin of Our Teeth diye kalmış ama double check edince fark ettim ki o oyun Thorton Wilder’ınmış, Albee’den Zoo Story diye bir oyun okumuşuz. The Skin of Our Teeth’i çok sevmiştim. İnsanın başlangıçtan (taş devri) beri hayatta kalma mücadelesinin bir hikâyesiydi bir nevi ve witty bir oyundu ki zaten büyük ihtimalle beynimde yer etmesini sağlayan da o olmuştur. Homerosvari bir digressiona girmeden asıl konuya geri dönsem diyorum ama digression demişken de o kelimeyi ilk Antik Yunan dersinde öğrendiğim geldi aklıma. Homeros herhalde digression eyleminin alamet-i farikasıdır. Neyse gerçi başa dönsem de bahsedeceğim şey Homerosla bağlantılı aslında. so begins our odyssey / and we begin our odyssey diyor ya Kevin Barnes,  ben hiç başlayamayacağım herhalde kendi odyssey’me, hiçbir zaman başlayabilen bir insan olmadım. Doğduğumuz andan itibaren kendi odyssey’mizi yaşadığımız düşünülebilir belki. Ben öyle olduğunu zannetmiyorum. Gemimize binmiş okyanusta sürükleniyor olabiliriz ama İthaka’ya varma amacıyla yol almak için kendi İthaka’nı belirlemiş olmak gerekiyor. Bense sadece “so begins our alabee” diyebiliyorum ama o “alabee” nedir henüz bilmiyorum. 

 *of Montreal, The Sunlandic Twins